1 Şubat 2012 Çarşamba

Barış Manço ve İsveç Kulağı

13 sene önce bugün Barış Manço’yu kaybettiğimizde, Türkiye belki bir 100 yıl daha geçse eşi benzerine kolay kolay rastlanamayacak bir insan selinin yasına tanık olmuştu. Barış Manço tıpkı adını verdiği televizyon programı gibi 7den 77ye herkese hitap etmesini bilmiş, herkese kendisini sevdirmiş ve de tabiri caizse herkes onu evden birisiymiş gibi benimsemişti.

Aslında burada ilginç olan ya da bana ilginç gelen husus, Barış Manço’nun 60lı ve 70li yıllarda uzun saçlı erkeklerin İstanbul sokaklarında tartaklandığı yer olan Türkiye’de, bir taraftan rocker olan kimliğini muhafaza etmeye özen gösterirken iken diğer taraftan da kendini her kitleden insana bu kadar sevdirebilmiş olmasıydı.

Barış Manço’nun müziğe kazandırdıklarıyla ilgilenen entelektüel kitle ise kendisini popüler kültür çerçevesinde sevenleriyle kıyaslandığı zaman çok daha incelenesi ve de aslında bu yazının konusunu oluşturuyor. Çünkü bu rocker kimliğin aslında günümüzde Türkiye kitlesinden öte takipçileri de var: Dünyanın dört bir yanındaki plak koleksiyoncuları.

90lı yıllarda üniversitede okurken Anadolu Rock plağı toplamaya başlamış olduğum için Barış Manço’nun 60lı yıllarda yaptığı twist çalışmalarından, Mazhar ve Fuat ile birlikte kaydettiği psychedelic çalışmalara kadar az bilinen bir çok çalışmasını keşfetmek gibi bir şansım olmuştu. Türkiye’de 60lı ve 70li yıllarda yapılmış rock çalışmalarına olan ilgim de 2000li yıllarda devam etmesine rağmen bir süredir plak toplama işini bırakmış, başka türlere yönelmiştim. 2006 senesinin sonbaharında tatil amaçlı yapmış olduğum bir İskandinavya seyahatinde bir gün Stockholm’ün meşhur tarihi çarşısı Gamla Stan’da yürüyordum. Yolda gördüğüm Sound Pollution isimli bir müzik dükkanı, hitap ettiği kitle açısından ilgimi çekti. Bu dükkan Türkiye’deki Heavy Metal dinleyen kesimin de ilgi alanı olan pek meşhur karanlık müzik Swedish Death metal tarzının sunulduğu bir dükkandı. Aslında bu tarz benim ilgimi çekmiyordu. 90lı yıllarda üniversiteden bir arkadaş İsveç’ten Anekdoten isimli bir rock grubunun bir CD’sini getirmişti bir gün okula ve de çok sevmiştim o grubu. Dükkana girip kasadaki arkadaşa Anekdoten’i sorunca beni kendi dükkanının az aşağısında başka bir dükkana yönlendirdi. Mellotronen isimli bu dükkanda kasada duran kişi Anekdoten’in davulcusuydu ve de ilk şaşkınlığı atlattıktan hemen sonra Türkiye’den geldiğimi söyleyince bana direkman Erkin Koray dedi. Şimdi burada parantezi açıp, Erkin Koray’ın Avrupa’daki bu tarz rock koleksiyonerleri için özel olan dükkanlarda bilinen bir müzisyen olduğunu, plaklarının yine aynı koleksiyoncular tarafından ilgiyle toplanıyor olduğunu söylersek aslında Anekdoten’in davulcusunun Erkin Koray’ı biliyor oluşunun çok da şaşılacak bir husus olmadığını anlarız. Fakat yine de, kendisi benim 90lı yıllarda severek dinlemiş olduğum bir İsveç grubunun davulcusu olduğu için Türkiye’nin rock geçmişi hakkında bilgi sahibi olduğunu öğrenmek yine de ülkeden uzak bir dükkanda insanı sevindiriyordu..

90lı yıllarda İsveç’ten çıkma bir grup daha dinlemiştim Landberk diye. Bu grubu tezgahta duran arkadaşa söylediğimde bana dükkanın öteki tarafında plakları karıştırmakta olan sarışın arkadaşı gösterip kendisinin Landberk’in gitaristi Reine olduğunu söylediğinde, bu sefer tam da mekanına gelmiş olduğumu hepten anlamış bulunuyordum. İsveç’in orta yerinde Barış Manço muhabbetinin açılması da bu şekilde başlıyordu. Reine, Türkiye’den geldiğimi öğrendiğinde çok ilgilenip bana elindeki bir çekim CD’den, bu CD’de bir çok Türk rock çalışması olduğundan, hepsinin muhteşem çalışmalar olduğundan fakat hangi çalışmanın kimin olduğu konusunda çok bilgi sahibi olmadığından bahsetti. Daha sonra da bana bilhassa çok seviyor olduğu bir çalışmasının başındaki melodiyi mırıldandığında, Barış Manço’nun 70’lerin ilk yarısında yaptığı Ölüm Allah’ın Emri’nden bahsettiğini anladım.

Bilenler bilir, Ölüm Allah’ın Emri’nin başında çok kendine özgü ve enerjik bir zurna melodisi vardır. Bu şarkı Anadolu Rock denen tarzın Barış Manço tarafından yapılmış çok kaliteli bir örneği oladursun, İsveçli bir rock koleksiyoncusu için çok daha ötedir. Reine için de öyleydi ve de bana şarkının başındaki zurna melodisini tarif ederken, melodinin o ana kadar dinlemiş olduğu en sert ve saldırgan rock melodilerinden birisi olduğundan bahsediyordu. Bize kendi içinde bulunduğumuz kültürden olduğu için güzel bir doğu batı sentezi gelen bir şarkı, İsveçlinin kulağında çok öncü ve sert bir rock tonlaması olarak çınlıyordu.



Reine ile en son 2011 senesinin sonbaharında İsveç’e yaptığım kısa bir seyehatta tekrar görüşme fırsatım olduğunda, Barış Manço ile başlamış olduğu Anadolu Rock hayranlığının çok daha derinlerine indiğini, çeşitli ortamlardan bir çok kaydı plak olarak edinmiş olduğunu ve de Arif Sağ’ın eski dönem enstrümantal çalışmalarına kadar geniş bir yelpazade Türkiye’nin müzikal olaylarını mercek altına aldığına şahit oldum.

Uzun lafın kısası hem Barış Manço, hem de onunla aynı yoldakiler, 60lı ve 70li yıllarda yapmış oldukları sentez müzikle, kendi topraklarımızda bile bihaber olduğumuz bir kitlenin günümüzde ilgisini uyandırdılar. Şu anda aramızda olmayanların hepsinin huzur içinde yatmasını diliyorum…