Saykodelik müziğin ne olduğu hakkında Erkin Koray’ın yanlış
hatırlamıyorsam 60lı yılların sonunda yapmış olduğu öz ve yerinde bir tanım
vardır: “Beat müziğinin geliştirilmiş ve sertleştirilmiş şeklidir. Bu tür müzik
insanın sinir sistemi üzerinde müthiş etki yapar.” der Erkin Koray dönem
röportajlarının birinde. O dönemden günümüze saykodelik müziği
değerlendirirken aklımın bir yerlerinde hep bir başucu tanımı olarak kalmıştır
bu tanım.
Seul sokaklarında aslında “hiç hesapta yokken” diye nitelendirilebilecek bir seyahatin öznesi olarak, yukarıdaki tanım yine aklımın bir köşesinde sakince şekerlemesini yaparken, şehrin öğrenci semti Hongdae’de yürümekteydim. Hava kararmak üzere olduğu için ve daha birkaç dakika önce Korelilerin başka bir yazının konusu olabilecek iddiadaki batı etkilenimli yemekleri “çıtır tavuk” karnımı haddinden fazla doyurmuş olduğu için, turist gibi takılmaktan sıyrılıp musiki ile ilgili bir yerlere denk gelsem de Güney Kore seyahatim yeni bir boyut kazansa diye aklımdan geçiriyordum.
Aslında bulunduğum mekan öğrenci mekanı olduğu için ortamdaki
rock bar’lar bir hayli boldu hatta Korelilerin barlarına isim bulmak için kasmayıp
direkt konuya girmeleri, yani Hongdae’deki barlarından birine “The Doors”
diğerine “Deep Purple” ismini vermiş olmaları beni bir hayli eğlendirmişti
fakat esas arayışımdan uzaktı bu mekanlar.
San Ul Lim’i arıyordum derken tabii ki yürürken
grup elemanlarının 25 sene sonraki hallerine birden bire sokakta rastlamayı falan
ummuyordum. Aslında arıyor olduğum şey, bir müzik ortamında San Ul Lim diyip
öncelikle grubun günümüz Koresinde ne kadar hatırlanıyor olduğunu
öğrenmekti. Daha önceki müzik amaçlı seyahatlerimden biliyordum ki, bunu
öğrendikten sonra bu bilgi beni şehrin sahaflarının göbeğine atabilecek
potansiyeldeydi.
Düşüncem beni yanıltmadı. Az sonra girmiş olduğum ufak bir CD dükkanında San Ul Lim ile ilgili birkaç yeniden basım kayda denk gelmekle kalmamış, dükkan sahibinden meselenin atar damarı olan ikinci el plak dükkanlarına nasıl gidebileceğime dair gerekli bilgiyi çoktan almıştım bile.
Her ne kadar Koreliler İngilizce konusunda pek başarılı olmasalar da ( gerçi tüm Güney Koreliler chicken ne demek bilir fakat bu şu an için konumuzun dışnda!) CD dükkanının sahibine LP dediğimde ne demek istediğimi anlayıp bana bilgisayar ekranı yardımıyla kendimi ikinci el plakçıların ortasında bulmam için inmem gereken metro istasyonunu gösterdiğinde amacıma ulaşmış bulunuyordum.
Heohyeon.. CD
satıcısının üstüne basa basa Feyyoonn diye okuduğu bu isim bir metro durağının
ismi olmasının yanı sıra Seul’ün turistik atraksiyonlarından sıkılmış bünyeye
ilaç gibi gelen ve durakla aynı isme sahip bir yeraltı çarşısını da içeren bir
yer. Hem de şehrin göbeğindeki en piyasa mekanlardan birisi olan Myeong-dong’a
sadece 1 durak uzaklıkta.
Türkiye sınırları dahilinde önce İstanbul’da açılmış ardından da İzmir’e taşınmış bir Matara İlgievi vardır. Buranın sahibi ortam plaktan geçilmemesine rağmen koleksiyonerlerin ilgisini çekecek daha başka bir dolu şey sattığı için burasını bir plakevi veya sahaftan çok bir İlgievi olarak tanımlar ve adı da bu yüzden öyledir. Eğer Matara İlgievi bir İlgievi ise o zaman Heohyeon’un da bir tür ilgi çarşısı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bol miktarda plakçının yanı sıra koleksiyonerlerin ilgisini çekecek başka şeylerin de bulunduğu fevkalade bir yeraltı çarşısı burası.
Seul’e vardığım andan Heohyeon’u bulana kadar geçen zaman içinde kafamın içinde çalan Asian Psychedelic Music toplamasındaki San Ul Lim şarkısı “It was probably late summer” Kore sokaklarındaki gezim için bir motivasyon olma görevini fazlasıyla yerine getirmişti. Şimdi sıra bu şarkının bulunduğu San Ul Lim albümünün plağını bulmaya gelmişti. San Ul Lim daha önceki CD dükkanında şahit olduğum üzere Güney Kore'de tanınmakla kalmıyor, Heohyeon’da ilk girmiş olduğum dükkanda da şahit olduğum üzere plakları kolaylıkla bulunabiliyordu. Dükkan sahibi grubun hemen hemen tüm albümlerini önüme dizmişti.
San Ul Lim’in ilk iki plağını naçizane koleksiyonuma
katmakta karar kıldıktan sonra aklım söz konusu Asian Psychedelic Music
toplamasındaki ikinci dumanlı müzisyen Shin Joong Hyun’a takıldı. Shin Joong
Hyun plakları ne yazık ki San Ul Lim gibi ortalıkta yoktu. Aslında bunun
sebebini plak dükkanı sahiplerinden daha detaylı bir şekilde öğrenmek ne kadar
da iyi olurdu fakat İngilizce konusundaki yetersizlik kendisini Heohyeon’da da
göstermişti.
Her ne kadar bunu plakçı arkadaşlarımızdan öğrenemesek de
internette bu iki ismin geçmişi hakkında yapılan ufak bir araştırma neden
birisinin tüm albümlerinin seri olarak bulunabildiğine, diğerinin ise hiç
bulunamadığına dair bir hayli net bir fikir sunabiliyordu:
Shin Joong Hyun, her ne kadar klişe bir benzetme olsa da çok
yerinde olduğu içim benzetmeden edemiyorum, Güney Kore’nin Erkin Koray’ı. Genellikle rock
müzik ile ön plana çıkamamış bir çok ülkede bu tip Erkin Koray’lardan hep bir
tane bulunsa da Shin Joong Hyun’un Güney Kore Erkin Koray’ı olmasındaki
paralellikler çok fazla. Kendisi 1950li yılların sonunda ülkesindeki Amerikan
askerlerinin etkileniminden ilk çalışmalarını çıkarmaya başladığı gibi, 70lerin
başlarına gelindiği zaman tıpkı bir Amerikan askerinden satın almış olduğu
Gibson Les Paul ile 70lerin başlarına kadar gelmiş olan Erkin Koray gibi, hem
muhteşem rock gitar soloları atan hem de melankolik ve bir o kadar da dumanlı
sesiyle nefis şarkılar söyleyen bir rock yıldızı haline geliyor ve ülkede bir
hayli tanınıyor.
Daha sonra ise hikayenin Shin Joong Hyun’a ve bir nebze de
Güney Kore’ye özgü olan kısmı başlıyor. Dönemin
diktatörü kendisinden devleti öven (aslında Güney Kore’nin beyaz sarayı olan
Blue House’u öven) bir şarkı yazmasını istiyor. Shin Joong Hyun da senelerini
psychedelic gitar sololarına adamış özgürlükçü bir müzisyen olarak bu teklifi
kabul etmeyince film burada kopuyor ve bir gün üzerinde uyuşturucu ile
yakalanıp tutuklanıyor. Belli bir süre müzikten uzak kaldıktan sonra 80lerin
başında müziğe geri dönerek aktif müzik yaşantısını günümüze kadar devam ettiriyor. Ayrıca belirtmeden olmaz; kendisi dönemin
diktatörünün isteğini reddettikten sonra Blue House’u övmek yerine daha
mantıklı bir hareket yapıyor ve ülkesinin doğasını öven Beautiful Rivers and
Mountains isimli (seneler 2011’i gösterdiğinde Amerika’da çıkan Shin Joong Hyun
toplamasına ismini verecek kadar yabancılar tarafından sevilmiş olan) şarkıyı
yazıyor.
Shin Joong Hyun’ün sakıncalı müzisyen durumuna düşmüş olması
tabii ki plaklarının bulunabilirliğini de etkilemiş ve günümüzde 1975 ve öncesi
plakları iyi para ediyorlar.
San Ul Lim’in plaklarının bulunabilirliğinin daha kolay olması ise hem ilk albümlerini 1976 sonu 1977 başında rock’ın Shin Joong Hyun sonrası memlekette unutulmaya yüz tutmuş olduğu bir dönemde çıkarmış olmalarıyla hem de bu albümün iyi satarak kendilerine şöhreti getirmiş olmalarıyla alakası var. San Ul Lim tıpkı bizdeki Üç Hürel gibi üç kardeşin kurmuş olduğu bir rock grubu. Güney Kore’nin hafif varlıklı bir ailesinden gelmiş olan bu üçlü üniversite yıllarında işe tamamen amatörce bir giriş yapıyorlar. İlk albümleri bile gayet amatör bir havada ve tek seferde kaydediliyor. İlk albümün A2 parçası “It was probably late summer”, 1976 sonu 1977 başı gibi rock’ın beşiği İngiltere’de punk-rock’ın yükselmeye başladığı bir dönemde, içerdiği sanki o 60ların sonundan kalmaymış hissi veren amatör ruhlu gitar solosuyla albümün sivrilen çalışması oluveriyor.
Yazının başlarında bahsetmiş olduğum 1999 tarihli Love Peace
and Poetry: Asian Psychedelic Music toplamasında hem Beautiful Rivers and
Mountains hem de It Was Probably Late Summer (buradaki belirtmek gerekir ki,
aslında bu şarkıların tamamen Korece isimleri tabii ki var fakat ikisi de
batıda bu isimlerle popülerleştirildi) toplamanın Güney Kore örnekleri olarak
yer almıştı. O dönemler Youtube gibi istediğimiz her coğrafyanın seçkin
örneklerini anında önümüze seren web ortamları olmadığı için böyle bir toplama
dünyaın Psychedelic geçmişinin keşfi için altın niteliğindeydi. Gün geldi;
yolum Güney Kore’ye düştü, seyahat boyu kulaklarımda yankılanan bu iki şarkı
bana Kore’nin yeraltındaki bir çarşısının kapılarını açtı, seyahatimi
renklendirdi. Bir gün sizin de o topraklara
yolunuz düşerse içinizde eskiye dair bir ilgi yeşerdiği takdirde belki Heohyeon’un
o nostaljik ortamına gider, yemiş olduğunuz tavuk yemeğinin acısını
orada serinletirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder